Günümüzün hızlı yaşam temposu içinde, hayatından memnun insan sayısında büyük düşüşler yaşanırken, yaşama ilişkin yakınmalar da o denli artmıştır. Çocuktan yetişkine, her yaştan insan, zihinsel etkinliklerindeki eksikliklerden yakınmaktadır. Kimileri unutkanlıktan ve dikkatsizlikten şikayetçi olurken, kimileri de motive olamamaktan yakınmaktadırlar. Ancak, şikayet konuları içinde en çok dikkati çekenin ise “Konsantrasyon eksikliği” olduğu görülmektedir. Çoğu insan, kendi amaçlarını gerçekleştirmede başarılı olabileceğini düşünmekle birlikte, başarısızlıklarına “Ah bir konsantre olabilsem” ifadesiyle neden bulmaktadır. Yani günümüz insanlarının temel sorunu, amaçlarına ve hedeflerine ulaşmada, yeteri kadar konsantrasyon gücüne sahip olamayışlarıdır.
Bilimsel araştırmalar insanların bir obje üzerinde 6 ila 11 saniye civarında odaklanabildiğini gösteriyor. Sonrasında dikkat çevredeki diğer nesnelere ya da seslere kayabiliyor. Bu kadar kısa sürede dikkatin dağılması ise iş ve okul yaşamını olumsuz etkileyebiliyor.
Günümüzün yoğun ve hareketli ortamında herhangi bir konuda konsantre olmak gerçekten zordur. Zihnimiz kısa zaman aralıkları içerisinde pek çok işlevle birden ilgilenmek zorunda kaldığından, dikkati bir konu üzerinde odaklayabilmek güçleşmektedir. Temel olarak, belli bir anda zihnimizde sadece bir düşünce olabilir. Ancak çevreden aldığımız birçok uyarı nedeniyle zihin başka uyaranlarla da uğraşmak zorunda kalır. Bu nedenlerle dikkat ve konsantrasyon asıl uğraşdan başka alanlara doğru kayar.
Bir çok insanın yakındığı ”Okunan kitaptan bir şey anlamama, çabuk sıkılma, düşünceleri toparlayamama, isimleri unutma gibi” durumlar, dikkat ve konsantrasyon bozukluğunun işareti sayılabilir.
Dikkat Nedir?
Düşünce, algılama ve kavrama gibi zihinsel yetileri başka uyaranları dışlayarak yalnızca belirli uyaranlar üzerinde yoğunlaştırma gücüne dikkat diyoruz.
Dikkat, bir şeyi öğrenmek, anlamak veya kavramak amacıyla gösterilen zihinsel çabadır. Dolayısıyla dikkat olmadan öğrenme olmaz. Dikkatini toplamadan yeni bir bilgiyi öğrenmek veya bir eylemi gerçekleştirmek, verimli biçimde çalışmak mümkün olmadığı gibi, aynı zamanda kişide çalışmaya karşı bir isteksizlik, ilgisizlik ve bıkkınlık duygusunun ortaya çıkmasına da neden olur.
Bir konu üzerinde dikkatimizi yoğunlaştırmak istediğimiz zaman bir başka isteğimize karşı koymuş oluruz. Bu şekilde zihnimizi disiplin altına almaya çalışırsak, ister istemez bir bölünme meydana gelir. Bu durum, zihnimizi yorar ve boşa enerji harcanmasına yol açar. Düşünceyi bir noktada toplayan kişinin zihni, başlangıçta birçok sapmalarla rahatsız olur. Bunu aynı su yüzeyinin dalgalarla kırışmasına benzetebiliriz. Ancak sabrederek, bu düzensizlik ortadan kaldırılabilir ve daha duru bir zihne ulaşılabilir. Beyin istemli olarak çalışan bir organdır. Bu nedenle onu denetimimiz altında çalıştırabiliriz. Oysaki birçoğumuz “Elimde değil, düşünmeden edemiyorum” derken bunun tersine inanmış oluruz, yani beynimizin aynı kalbimiz, midemiz, bağırsaklarımız gibi çalıştığını ve denetlenemez olduğunu sanırız. Böyle düşündüğümüzde olur olmaz zamanlarda elimizde olmadan, istemeden kendimizi başka başka konuları konuşurken, istemediğimiz şeyleri yaparken bulabiliriz. Oysa beynimiz bizim istemediğimiz şeyleri yapmamızı denetleyebilir.
Dikkatin oynak olmasının en belirgin nedeni zihnin şaşkınlığı ve kalabalıklığıdır.
Birçoğumuz sıklıkla dikkatimizin dağıldığından söz ederiz. Krishnamurti böyle bir şeyin olamayacağından söz ediyor ve diyor ki, “Dikkatin dağılması diye bir şey yoktur. Bir şeye dikkatinizi vermek istersiniz ama genelde olduğu gibi dikkatiniz dağılır. Bu şu demektir; dikkatinizi vermiyorsunuz, dolayısıyla dikkatiniz dağılmıyor, sadece dikkatsizsiniz ve dolayısıyla dikkatiniz dağınık durumda. Dikkatsiz olduğunuzun farkına vardığınız anda, dikkatli olursunuz.”
Dikkatin Fizyolojisi
Dikkatin temelinde bir dizi dikkat öncesi süreç yatar. Dikkatimiz herhangi bir şeye odaklı olmadığı zamanlarda zihin ve beden otomatik eylemleri yerine getirir. Önceden odaklanmamış olan zihinsel yetiler gerektiğinde bir noktada odaklanabilir. Örneğin, örgü örmeyi yeni öğrenen kişi başlangıçta yaptığı her işleme dikkat etmek zorundadır ama zamanla becerisi geliştiğinde örgü örerken dikkatini kolayca bir başka konuya, örneğin televizyona ya da bir konuşmaya verebilir. Yalnızca motif değiştirmek ya da ilmek kaçırmak gibi özel durumlarda kişinin dikkati yeniden yaptığı işe yönelir. Bu örnek, herhangi bir etkinlikte beceri kazanıldıktan sonra o etkinliğin dikkat öncesi bir süreç biçiminde yürütülebileceğini gösterir.
Dikkatin bir konuya yöneltilmesi ile kalp atışlarının hızlanması, soluğun kesilmesi ve kas gerginliğinin artması gibi bazı fizyolojik değişiklikler oluşur. Ama bu olayın en belirgin göstergesi genellikle beyinde izlenir. Herhangi bir duyu organından gelen uyarılar değişik sinir yolları aracılığıyla beyinde elektrik uyarımları oluşturur. Kafa derisine yerleştirilen alıcı elektrotlar yardımıyla bu zayıf elektrik uyarımları kaydedilebilmektedir. Deneyler, bir kişiye hemen ardından ikinci bir sinyalin geleceğini işaret eden bir ön sinyal verildiğinde elektroansefalografi kayıtlarında beyin kabuğunun voltajında ikinci sinyalden önce hafif bir azalma olduğunu göstermiştir. “Geçici eksi dalgalanım” denen bu voltaj değişikliği dikkatin en belirgin fizyolojik göstergesi olarak kabul edilir. Kişi, yeni verilere dayanarak bir karar vermek durumundayken dikkatini belirli uyaranlar üzerinde yoğunlaştırdığında geçici eksi dalgalanım doruğa ulaşır, buna karşılık dikkati bir yığın değişik uyarana dağılmışken en düşük düzeye iner. Bu olgudan yola çıkarak geçici eksi dalgalanım işlevinin beyni duyu organlarından gelecek uyarılara karşı daha duyarlı kılmak olduğu sonucuna varılmıştır. Geçici eksi dalgalanımın nasıl oluştuğu ve beynin duyarlılığını nasıl artırdığı son derece karmaşık biyokimyasal tepkimeleri içeren konulardır. Bu nedenle alınan ilaçların, oksijen azlığının ve benzeri etkenlerin vücutta yarattığı değişiklikler çoğu kez dikkat mekanizmasını olumsuz yönde etkiler. Örneğin, çay, kahve ve kolalı içecekler bileşimlerindeki uyarıcı maddelerle uyanıklığı artırırken dikkatin dağılmasını da kolaylaştırır. Az miktarda alınan alkol bunaltıyı azaltarak dikkati artırır gibi görünse de, daha yüksek dozlarda alındığında duyuları ve hareketlerdeki seçiliği köreltir.
Dikkatin Seçiciliği
Günlük yaşamın uyanık olarak geçen bölümünde, kişinin dikkati, başka bir deyişle o anda ve orada olup bitenleri algılayıp kavrama gücü sürekli değildir; dalgınlık ve düş kurma anları kişiyi zaman zaman o anki yaşantısından koparır. Dikkatin çevredeki onca uyaran arasından yalnızca küçük bir uyaran kümesine odaklanmak gibi seçicilik özelliği vardır ve hangi uyarana odaklanacağı bir ölçüde güdülenmeyle belirlenir. Örneğin savaş sırasında ya da kahramanlık anlarında kişi vücudundaki şiddetli bir ağrıyı fark etmeyebilir. Bir çağlayanın yanında uzun süre duran kişinin bir süre sonra suyun düşüş sesini duymaması örneğinden yola çıkan bazı bilim adamları, dikkat edilmediğinde olayların zihinde temsil edilemeyeceğini öne sürmüştür.
Bir uçağın hareketini saptamak için onun gidiş yönüne dikkat etmek gerekir; belirli bir nesneyi tanımak için dikkati bu nesnenin üzerinde toplamak gerekir. Kısacası dikkat, seçiciliği gerektirir. Çoğu zaman öyle çok uyaran tarafından bombardımana tutuluruz ki, bunların hepsini tanıyamayabiliriz. Seçici dikkat, bazı uyaranları daha ileri düzeyde işlemek için seçtiğimiz, diğerlerini ise ihmal ettiğimiz bir süreçtir. Bu seçiciliği sağlayan araçlar ise gözler ve kulaklardır. Görmede dikkatimizi yönlendirmek için kullandığımız başlıca araç göz hareketleridir. Seçici dikkat işitme için de geçerlidir. Sesin geldiği yön ya da konuşmanın ses özellikleri gibi ipuçlarını kullanarak seçici biçimde dinleyebiliriz.
Uzm.Psk. Nihal ARAPTARLI