İnsanoğlu, zihinsel olarak gelişmesine karşın fizyolojik olarak hala ilkel çağlardaki dürtüleriyle varlığını koruma çabasını sürdürmektedir. İlkçağlardaki dürtüsel ve varlığın tehdit altında olduğu durumlarda varlığı korumaya yönelik bir savunma davranış olan şiddet, günümüzde hiçbir fiziksel bir tehdit unsuru olamayacak bireylere karşı gösterilmektedir.
Şiddet eğilimli birey, çevresindekileri kontrol ederek, gerçekte olmayan gücünü “kanıtlama” çabasındadır. Çünkü şiddet, kendini zayıf, yetersiz, güçsüz hisseden kişinin en önemli savunma silahıdır. Bu silahı ancak kendinden daha güçsüz gördüğü kişiler üzerinde kullanarak içindeki zayıflığı kamufle etmeye çalışır. Dolasıyla günümüzde en çok şiddete maruz kalan kişiler, fiziksel olarak daha zayıf görülen kadın ve çocuklardır.
Kadınlar daha çok bir aile bireyi tarafından mağdur edilmekte olup bu kişiye duygusal ve ekonomik olarak bağlıdırlar. Bu bağımlılık onların şiddete karşı durmalarına engel olurken, fiziksel ve duygusal olarak zarar görmenin sonucu oluşan doğal öfke, kızgınlık, nefret duygularını kendilerinden daha güçsüz ve kendilerine bağımlı bireylere aktarırlar. Çünkü şiddetin yönü, doğadaki tüm canlı varlıklarda olduğu gibi insanda da güçlüden güçsüze doğrudur.
Anne babasından şiddet gören çocuk, kardeşlerine ve arkadaşlarına; eşinden şiddet gören kadın da çocuklarına şiddet uygulayacaktır.
Her ne kadar, şiddet denildiğinde vurmak, dövmek gibi fiziksel saldırganlık davranışı anlaşılsa da aşağılamak, küfür etmek, kişinin kendine saygısını, güvenini azaltan, korku yaratan pek çok davranış da en az fiziksel şiddet kadar bazen daha da fazla bireye zarar veren tutumlardır. Bu açıdan baktığımızda şu anda her dört kadından birinin şiddete maruz kaldığı hakkındaki genel bilgimiz daha yüksek oranlara doğru değişirken, bu kadınların çocuklarına yöneltecekleri olumsuz duygu ve davranışları da toplumdaki şiddet mağdurlarının sayısını kat be kat artıracaktır.
Varlığın korunmasına yönelik temel dürtü olan saldırganlığın, uygun olmayan durum ve biçimde ortaya çıkmasında en önemli etken öğrenmedir. Şiddete eğilimli bireylerin aile öyküsünde aile içi şiddetin yoğun olduğu görülmektedir. Babasının annesine şiddet uyguladığını görerek büyüyen erkek çocuk eşine aynı tutumu doğal olarak sergilerken, kız çocuk da eşi tarafından uygulanan şiddete karşı sessiz kalmayı doğal olarak kabul edecektir.
Şiddet mağduru olarak görülen kadın, gücünün yetmediği babasına ve eşine karşı gösteremediği temel savunma dürtüsünü kendinden daha güçsüz kardeş ya da çocuklarına yönlendirerek şiddetin diğer nesillere aktarımında etkin rol alır. Çocuklarına fiziksel şiddet uygulayan kadınların hiç de az olmayan oranı yanında çocuklarına fiske bile vurmadığını söyleyen ancak olumsuz duygusal yüklenmelerle çocuklarında değersizlik duygusu yaratan birçok anne vardır. En temel gereksinimi olan ilgi ve sevgiyi yeterince görmeden, kendini değersiz ve önemsiz hissederek büyüyen bir çocuk, içindeki değersizlik duygusunu kendinden güçsüz gördüklerini ezme, aşağılama çabasıyla bastırmaya çalışacaktır.
Dolayısıyla şiddet, sadece muhatabı olan kadını değil onun yetiştireceği nesilleri de etkileyen çok daha geniş açıdan bakılıp, detaylarıyla ele alınması gereken toplumsal bir sorundur.
Nihal Araptarlı
Uzman Psikolog, Terapist