Son yıllarda aile kurumunun içerisinde oluşan fay hatları tam anlamıyla aile içi şiddetle dünyada toplumsal açıdan vuku bulmaktadır ve bu durum ciddi sorunlara yol açabilmektedir (Seven, 2008).
Şiddet, terimsel anlamda, her bir aktörün başka bir aktör üzerinde belli bir amaç doğrultusunda belli stratejiler izleyerek bireysel ya da kolektif güç kullanma durumudur. Güç, realist paradigmada Machiavelli’nin de telaffuz ettiği gibi amaçlara ulaşmak için gerekli bir araçtır. Gücü elinde bulunduran aktör, gücünün devamlılığını sağlamlaştırma doğrultusunda hareket ederek bunun meşru olduğu iddiasından da asla vazgeçmemektedir. Bir başka deyişle, şiddetin toplum içinde, toplum tarafından nasıl sunulduğu, nasıl kabul gördüğü de önemlidir. Çünkü kabul gören şiddet de meşrudur. Hatta şiddet genellikle bir yaşam biçimi olarak benimseniyorsa sorun olarak görülmez ve sorun çözmenin bir aracı olarak onay görür. Çünkü güç, onun her hareketini meşru kılan ve yinelemek gerekirse bir araçtır. Fakat gücü elinde bulunduranın şiddet unsurunu her seferinde kullanması özgürlükçü ve hakçı mantıklarla tezatlık oluşturmaktadır (Ergil, 2001).
İnsanın doğuşu ile ortaya çıkmış olan şiddet olgusu, birçok bireysel ve toplumsal öğe ile birlikte karmaşık bir yapı ortaya koymaktadır. Kendini çok farklı biçimlerde gösterebilen şiddet olgusu, günümüzde gerek bireysel gerekse toplumsal boyutta sıkça karşılaşabileceğimiz bir olgudur. Baskı, eziyet, korkutma, sindirme, öldürme, cezalandırma, başkaldırı, her toplumda kademeli fakat sürekli bir biçimde günlük yaşamda rastlanan şiddet türleridir. Burada şiddet uygulama eylemleri, zorlama, saldırı, kaba kuvvet, bedensel ya da psikolojik acı çektirme ya da işkence, vurma ve yaralama olarak yer almaktadır (Kocacık, 2006).
Şiddet kavramı siyasal, sosyal ve ekonomik sistemlerin veya sömürge yönetimlerinin varlığını karşılayan ve yürürlükteki sistemin ancak karşı şiddetle ortadan kalkacağını ve yeni bir düzene geçileceğini savunan Marksist benzeri görüşlerle de ortaya konulmaktadır. Ayrıca şiddeti yücelten, ona olumlu bakan faşizm gibi görüşlerde vardır. Diğer taraftan, hukuksal anlamda şiddet ile ilgili davranışlar, kanuna uymamak, kişiye zarar vermek, hakaret etmek, onuru kırmak, huzura son vermek, birinin haklarını çiğnemek, hırpalamak, incitmek, zor kullanmak şeklinde kendini gösterirler (Erten, 2004). Şiddet kavramının oluşumunu sadece bir nedene indirgememek gerekir; toplumsal bir sorundur ve çevreden kaynaklanmaktadır. Siyasi bilimcilere göre şiddet altı açıdan ele alınır (Kocacık, 2006). Birincisi ülke kültüründen kaynaklanan şiddet eylemleridir. Bu grup; etnik, dinsel, dilsel, bölgesel çıkar çatışmalarının yıllarca birikimi sonucu içedönüklük, yabancı düşmanlığı, sevgi ve nefret duygularının birleşimi ortaya çıkan gerginlikleri ve şiddet eylemlerini içerir. İkinci grupta devrimci ve statükocu şiddet eylemleri vardır. Devrimci grup var olan durumdan hoşnutsuzdur ve değişim için şiddet eylemlerine başvurabilir; bunun aksine de var olan durumdan memnun olan taraf da gücünü korumak ve kabul ettikleri atmosferin devamlılığı sağlamlaştırmak için karşı şiddet uygulayabilirler. En güzel örneği I. ve II. Dünya Savaş’larında Almanların devrimci niteliği ve İngiltere başta olmak üzere Batılı devletlerin sergilediği tutumdur. Üçüncü grupta ise askeri darbelerin yol açtığı şiddet eylemleri yer almaktadır. Özellikle askeri darbeler konusunda tecrübeli bir ülke olan Türkiye’de yaşanmışlıklar göz önünde bulundurulduğunda bu durumu anlamak zor değildir. Dördüncüsü, öğrencilerin şiddete yönelik hareket ve davranışlarıdır ve yine Türkiye’nin bu konudaki tarih sayfaları karıştırıldığında görülecektir ki öğrenciler arasındaki gruplaşmalar ve bu grupların çatışmaları şiddete meydan verebilmektedir. Beşinci gruba ise ayrılıkçı şiddet eylemlerini gösterebiliriz. Bir örnek sunmak gerekirse, İrlanda Kurtuluş Ordusu bu konu için biçilmiş kaftandır. Son grup, seçim dönemlerinde patlak veren şiddet eylemleridir ki buna da İran’daki son seçim sürecinde yaşananları örnek gösterebilmektedir (Erten, 2004).
Sınıflandırmalardan birine göre de ölçüt şiddetin bireysel ya da kolektif olarak yapılması veya yapılmamasıdır. Kolektif şiddette profesyonel çeteler, kabileler, etnik gruplar, toplumsal sınıflar ve devletlere kadar uzanan bir çizgi mevcuttur. Bir başka kategorize şekli de dar anlamıyla, fiziksel şiddet, insanların bedensel bütünlüğüne karşı dışarıdan yöneltilen, sert ve acı verici bir edimdir. Mala, cana, sağlığa, bedensel bütünlüğe, birey özgürlüğüne karşı bir tehdit oluşturması söz konusudur. Burada da yaralama, ırza tecavüz, yağma, adam kaçırma gibi başkasına yönelmeler olabildiği gibi, intihar girişimleri biçiminde bireyin kendine yönelik eylemleri de söz konusudur (Ünsal, 1996). Şiddet türlerine de değinecek olursak; intihar, alkol ve uyuşturucu bağımlılığından kaynaklanan kendine karşı şiddet, kültürel bir şiddet türü olarak kan davası olgusu, yine kültürel anlamda onay gören namus cinayetleri, kitlesel katliam boyutlarındaki trafik kazaları, adak ve kurban teşhiri, zorla bekâret kontrolleri, dövüşme ve kaba güç gibi bazı erkeklik özelliklerinin abartılması ile ortaya çıkan şiddet ve son olarak da aile içi şiddetin öne çıktığını, söyleyebiliriz.(Ergil, 2001).
Aile içi şiddet, aile bireylerinden herhangi birisinin eşine, çocuklarına, anne babasına, kardeşlerine ve/ya yakın akrabalarına yönelik uyguladığı her türlü saldırgan davranıştır. Bu tanım içerisinde sadece kaba kuvvet içeren davranışlar değil; aşağılama, tehdit etme, ekonomik özgürlüğünü kısıtlama ve zorla evlendirme gibi olaylar sarmalından geçen bireyin kendisine olan saygısını, kendisine ve çevresine olan güvenini azaltan, korku hissinden kendisini arındırmaktan aciz kılan bütün davranışlar da aile içi şiddet tanımının içerisine girebilmektedir. Ayrıca yalnız aile içi bireyler arasında olan bir durum olmayabilir ki eski eş, nişanlı veya kız/erkek arkadaşları da bu durumun parametrelerine eklemleyebiliriz (Ünsal,1996).
Diğer taraftan daha geniş bir tanımlama olması amacı ile, aile, kan bağlılığı, evlilik ve diğer yasal yollardan aralarında akrabalık ilişkisi bulunan ve çoğunlukla aynı evde yaşayan bireylerden oluşan ve bu bireylerin cinsel, psikolojik, sosyal ve ekonomik gereksinmelerinin karşılandığı temel bir toplumsal birim olduğu bilinmektedir. Aile içi şiddet aile üyelerinden biri tarafından aynı ailedeki bir diğer üyenin yaşamını, fiziki veya psikolojik bütünlüğünü veya bağımsızlığını tehlikeye sokan, kişiliğine veya kişilik gelişimine ciddi boyutlarda zarar veren eylem veya ihmaldir ( Ergil, 2001). Genel itibariyle aile içi şiddet beş alt grupta incelenir:
· Fiziksel şiddet; dövme, tokatlama, tekmeleme, yakma gibi eylemleri içerir.
· Cinsel şiddet; seksüel motivasyona bağlı yapılmış şiddet türüdür.
· Duygusal istismar; sevgi göstermeme, aşağılama, devamlı eleştirme, kıskançlık, reddetme gibi eylemlerdir.
· İhmal; daha çok çocuklar ve yaşlıların maruz kaldığı istismar türüdür. Kişinin sosyal ve maddi ihtiyaçlarını karşılamama, bunları ihmal etme şeklindedir.
· Ekonomik istismar; özellikle yaşlılarda sıkça rastlanır. Kişinin parasını yönetmek, şahsa ait paraya veya kazanç sağlamasına izin vermemektir.
Aile içi şiddet sarmalından geçen bireyin kendisine olan saygısını, kendisine ve çevresine olan güvenini azaltan, korku hissinden kendisini arındırmaktan aciz kılan bütün davranışlar da aile içi şiddet tanımının içerisine girebilmektedir. Aile ve şiddetin bir araya gelmesi sonucunda bireysel ve toplumsal bozukluklar oluşabilmektedir ( Kerimoğlu, 1996). Öyle ki yapılan araştırmalara göre, aile içi çatışmanın etkileriyle ilgili yapılan araştırmalar, sürekli çatışmanın kaygı, depresyon, uyku bozukluğu gibi ruhsal bozukluklara, bunun yanında da bazı fiziksel hastalıklara yol açtığını göstermiştir (Seven, 2008). Bunlar sadece olayın kişiler üzerinde oluşturduğu psikolojik travmanın birer sembolüdür. Bireylerden topluma yansıyabilecek bu durum toplumsal yaşam tarzına olumsuz etki edebilmektedir. Birey üzerinde gözlemlenebilen bu travmalar veya yaşanmışlıklar topluma yansımakta; hatta nesilden nesle bir aktarımla çarpık toplumsallaşma örnekleri zaman çizgisinin ileriki dönemlerinde gerek dönemsel gerekse sürekli hal alarak sistemin içerisinde kendisine yer bulabilecektir. Nasıl ki birey toplumun temelinde adlandırılabiliyorsa, onun yaşadığı mutluluklar, sevinçler vs. kadar mağduriyetler, üzüntüler, saldırılar, şiddetler, travmalar da toplum düzenine etkide bulunabilmektedir. İnsan vücudunu düşündüğümüzde, ufak bir virüsün bütün bedende kalıcı veya geçici hasarlar bıraktığı gerçeği gibi birey toplum ilişkisini açıklayabilmek için tam yeterli olmasa da olayın kötü sonuçlarını açıklaması bağlamında yerinde olacaktır (Vahip ve Doğanavşargil, 2006).
Psk. Burçak Demirkan